[feat. Temmuz sayısından, fotoğraf: Tom Hines]
Okul servisinde arka dörtlüye oturacak kıdemim yoktu. Çoğunlukla şoförün arkasındaki koltuğa gömülüp walkman dinliyordum. Ara sıra da (servisteki rocker ablalar radyoyu ele geçirebildiğinde) radyoya kulak veriyordum. R.E.M’i ilk defa okul servisinde duymuştum mesela. Radyo, 13 yaşındaki bir müziksever için mucizeler kutusuydu. Servisin toz kokan koltuklarını terk edişimin 14. yılında her gün kulaklarıma elektronik hunileri dayayıp bir sürü şarkı akıtıyorum içeri. Bazılarını bırakıyorum akıp gitsinler, bazılarına sarılıyorum heyecanla. Brooklyn çıkışlı Violens’e tırnaklarımı öyle geçirmişim ki omuzlarına kan oturmuş.
Jorge Elbrecht, Iddo Arad ve Myles Matheny’nin 2007’de oluşturduğu Violens, kendi deyimiyle “gitar ve synth temelli armoni vokal müziği” yapıyor. Bana sorarsanız yaptıkları 80’ler ve 90’ların synth ve gitar numaralarını damıtıp, tanıdık ama taze bir nefes olarak atmosfere salmak. Solist Elbrecht, 2000’lerin ilk yarısını kurucu üyesi olduğu sanat kolektifi Lansing-Dreiden’e vakfetmiş. Grubun 2010’da kendi imkanlarıyla çıkardığı Amoral, bir esinlenmeler karmaşası gibi geliyor kulağıma. Buram buram 80’ler kokan synth’ler renkli ve parlak taytlara bürünüp dimağımı işgal ediyor. Sevip sevmediğime karar veremediğim tanıdıklar gibi bir albüm. Belki de önce ikinci albüm True’yu dinleyip bağrıma bastığım için ısınamıyorum Amoral’a.
Ama True da True hani. The Smiths’le Slowdive’ın aşk çocuğu olabilecek Totally True ile açılıyor. İçe dönük, kendi üzerine katlanan sakin gitar melodileri sisli vokallerle besleniyor. Aynı damardan ilerleyen Der Microarc ve When to Let Go ile Violens’in yumurtaları çoktan deri altına zerk edilmiş oluyor. Distorsiyonlu gitarların hala heyecan verdiği paralel bir evrenden kaçan Every Melting Degree’yi takip eden Lavender Forces, bir uyarı sinyali gibi albümü ikiye bölüyor. İlk yarıdaki “henüz güneş kremi sürmüş ten hissi” yerini Sonic Youth-vari gitar-davul kapışmalarına bırakıyor. Katmanlı vokaller ve bilgisayar efektleri şarkıları puslandırıyor. Shoegaze’le punk rock arasında bir yerde duran All Night Low’da nihayet Violens’le ilişkimizin gidişatı belli oluyor. Niyetimiz ciddi.
True’da daha önce defalarca örneğini duyduğumuz formülleri ustalıkla kullanıyor Violens. Bu yüzden şarkılara kapılmak kolay. Grup, güvenilirliği test edilmiş bu formüllerden bir füzyon yaratıyor. Onlara sırtını tamamen dayamak yerine, onları dönüşüme uğratıyor. Bu yüzden şarkılar heyecan verici. Amoral, Violens’in yapmak istediklerine dair bir taslaktı. True, yapabileceklerinin bir kısmını ortaya koydu. Üçüncü Violens albümünde grubun tüm kartlarını masaya açmasını izlemek çok keyifli olacak.
No Comments