Kırk yıla yaklaşan kariyerinde efsanevi Gelişim Orkestrası ve Mozaik gibi oluşumların yanı sıra yurt içinden ve dışından birçok müzisyenle çalışan Sumru Ağıryürüyen ve çoğumuzun Replikas ile tanıdığı, müziğin pek çok alanına dokunan projeler içinde yer alan Orçun Baştürk’ün ikili projesi SO Duo, ilk albümü Ay Ana’yı Kalan Müzik etiketiyle yayımladı. İkiliyle geleneksel ve elektronik enstrümanların birlikte kullanıldığı, yalın bir anlatım ve özden gelen bir bilgelik içeren SO Duo şarkılarını, dilsiz bir dil oluşturma ihtimalini ve zorlukları müzikle aşma uğraşını konuştuk.
2013’ten beri ortak çalışmalar yapıyorsunuz. SO Duo’nun ortaya çıkışı nasıl oldu?
Sumru: Önce Şevket Akıncı ile doğaçlama üçlümüz Konjo’yu kurduk. Bir yandan ikili olarak da birikimlerimizi paylaşmaya başlamıştık. Birçok disiplinden beslenen bir araştırma, üretme dönemi. Davul-ses ikilisi fikrimiz, Orçun’un panduriyle kendi dilini buluşturması ve klavyenin de katılmasıyla epeyce farklılaştı. Doğaçlamanın yanı sıra şarkılar yapmaya başladık. İlk konserimiz 2016 Hıdrellezinde Heybeliada’da oldu. Bunu Cappadox, Üç Tutku festivalleri ve Hollanda’da değerli dostlarımız Claron McFadden ve Oğuz Büyükberber ile katıldığımız Operadagen izledi. Albüm sonrasındaysa, sahnede SO Duo ve Dostlar olarak yer almaya karar verdik. Onur Başkurt davul ve elektroniklerle, Elif Canfezâ Gündüz klasik kemençesiyle yanımızda artık. Ağustos’ta çok değerli bir müzisyen dostumuz, klasik Hint müziğinin önde gelen icracılarından Steve Gorn da bansurisiyle bizimle olacak. Yani, SO Duo ve Dostlar güzel buluşmalara açık bir platform aynı zamanda.
Albümün kapağında Sumru Hanım’ın bir çocukluk fotoğrafı yer alıyor. Bu fotoğrafın özel bir hikayesi var mı? Albümün içeriğini nasıl tamamlıyor?
Sumru: Çocukluğumun epeyce silik bir anına ait o fotoğraf. Ziyarete gittiğimiz bir evin bahçesi olduğunu hatırlıyorum. O zamana kadar yalnızca kitaplarda ve belki de çizim olarak görmüş olduğum, oraya ait olmayan bir canlıyla ilk karşılaşmam. Eski fotoğrafları kodlayıp tarihinize katıyorsunuz ve üzerinde düşünmüyorsunuz bir daha. Orçun fotoğrafı ilk gördüğünde, albümün kapağı bu olmalı, demişti ki ortada albüm yoktu henüz. Şimdi Ay Ana’nın bir parçası kesinlikle. Yeşim’in (Tosuner) incelikli kapak çalışması gibi.
Zamanının çoğunu yapay iklimlendirilmiş ortamlarda, yapay ışıkta geçiren bir türe dönüştük. Güneşle aramızdaki ilişkinin eksikliğini, D vitamini takviyeleriyle telafi etmeye çalışıyoruz. Ay Ana, uzak düştüğümüz doğa ve doğal döngülerle yeniden bir uyumlanma çağrısı gibi geliyor. Ay sizin için neyi simgeliyor?
Orçun: Çok güzel bir benzetme ve tanım. Ay’ın mitolojideki derin anlamları üzerine yazsak sayfalar yetmez, bütün bir hayat, alt anlamlarıyla bunun üzerine kuruluyor. SO Duo’nun folk ve diğer olarak tanımladığımız sanatsal arayışı içinde bu arkaik sembollerin büyük önemi vardı. Albümün kitapçığında yer alan sözler ve referanslarından da anlaşılabileceği gibi dilimizi bu arkaik üslup ve metaforlar üzerine kurduk. Müziğimizde de D vitamini takviyesi yerine güneşle temastayız.
Söylemeden Anladık’ta sözsüz bir iletişimden bahsediyorsunuz. Müziğin dil dahil tüm engel ve sınırları aşan yapısı albümde kuvvetli biçimde hissediliyor. Savaşlarla, ekonomik, ekolojik ve toplumsal krizlerle hem fiziksel hem ruhsal yarılmaların yaşandığı bir dünyada, müzik vasıtasıyla ortak bir anlayış alanının oluşabileceğini düşünüyor musunuz?
Sumru: Böyle hissettirebildiysek ne mutlu bize. Müzik sözlü olsun olmasın, kendi başına bir dil ve bu dili nasıl kurduğunuz önemli. Tek tip, derinlikten uzak bir dünya da yaratabilirsiniz mesela bu dille. Başka bir dünyaya dair ipuçlarını arayabilir, barışın, anlayışın, şefkatin dilini konuşabilirsiniz.
Orçun: Maalesef toplum olarak ortak noktalarımız kalmamış durumda ve tam bir bölünme, yabancılaşma yaşıyoruz. Bir fanatizm söz konusu değilse kimse kendini bir yere ait hissedemiyor. Aslında ortak noktamız cep telefonları, tavaf edilen AVM’ler, yüzeysellik dolayısıyla kültürel dekadans denebilir. Ay Ana’yı mesajları olan, bu mesajları edebi yollarla vermeye çalışan, biçim ve içeriğin birbirini desteklediği bir yapı içinde tasarladık. Artık insanların hikayeleri, söyleyecek sözleri kalmadı. Her anını kaçış psikolojisiyle yaşayan birey ne kendini ne etrafını tanıyabilir, ne de “derin bir sanatsal duyuş” ihtiyacı içinde olabilir. Belki de bu yüzden “Ey Dost! Uyan da artık uyuma” diyoruz.
Darbe sonrasının kapalı ve baskıcı ortamında kültürel bir çölün yeşermesine katkıda bulunmuş, Türkiye’deki alternatif müzik sahnesinin hazırlayıcısı olmuş müzisyenler olarak, şimdiki siyasi ve toplumsal atmosfer içinde müzik üretmekle ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Sumru: Müzik üretmek -dinlemek de- bir anlamda hayat üzerine düşünme yolu. Bazı dönemlerde zor olsa da; zor zamanlarda müzik üretmek hiçbir zaman kolay olmamış bildiğim kadarıyla. Özellikle sistemin dümen suyunda gitmiyorsanız. Müzik üreten ve dinleyenlerle olduğu kadar farklı disiplinlerden insanlarla ya da eserlerle, fikirlerle dirsek temasını korumak; neyi ne için yaptığını yoklamayı unutmamak mühim bence.
Orçun: Darbe dönemi benim çocukluğuma denk geliyor, tam bir şey anlamasam da aile içinde işlerin yolunda gitmediği belli idi. 90’ların sonları ve 2000’lerde o zamanlar kendi grubum ve çalıştığım gruplarla öncü müzikler üretmeye çalışarak, Batılı öncü ve buralı müziklere neler katarız, nasıl çağdaşları olabiliriz konusuna çok kafa yormuştuk. Sumru da her zaman yeniliklerin peşinde koşan bir müzisyen olmuş. Ay Ana’yı da bunun bir uzantısı olarak görüyorum. Dolayısıyla çok ciddi sansürlerle karşılaşmazsak, ilgi alanlarımızı korumaya, geliştirmeye devam edeceğiz. Burada merak ön plana çıkıyor. Baskı ortamlarında Sumru’nun da dediği gibi bir araya gelmek, birlikte üretmek, fikir alışverişinde bulunmak önem kazanıyor. Müziğin insanları bir araya getirici gücünü yeniden hatırlamalıyız. Söyleyecek sözümüz, biçim kadar (sözel ya da düşünsel) içeriğimizin de olması çok önemli.
Fotoğraflar: Pınar Gediközer
Bu röportaj ilk olarak Cumhuriyet Cumartesi’de yayımlanmıştır.