Çocukluğumun karanlık ve sobasız, bir süre sevilip sonra unutulmaya bırakılan eşyalarla dolu salonlarından 30’larıma taşıdığım şeylere bakıyorum. Varlığını, kütlesini, kokusunu hissetsem de hiç gözümü dikip bakmamışım çoğuna. Neye benziyorlar, kulağıma neler fısıldıyorlar, içimde nereye yuva kurmuşlar, nereyi kemiriyorlar da fark ettirmeden düşüncelerime sızıyorlar. Tek tek yakalıyorum, sonra ağızlarındaki kancayı çıkarıp geri bırakıyorum bulanık sulara çünkü orada yaşıyorlar, yaşayacaklar. Benimle birlikte nefes alacaklar. Arada bir seslerini duyuracaklar. Bazen sakince uyuyacaklar, bazen kemiklerime vurup titreşimlerin tüm iskeletime yayılmasını izleyecekler.
Şarkılar sürekli şekil değiştirip başka anlamlara geliyor, bunu kaç kere yazdım bilmiyorum. Kendi varlığım kadar emin olduğum bir bilgi. Kendimi bir ev gibi imgeleyebildiğimi yeni fark ettim. Lavabolarını ovalayıp perdelerini yıkadığım bir ev. Belki bu yüzden “Karanlık artık hurda bir eşyadır ve en güzel yerinde durur evin” cümlesi yıllar sonra yolunu bulup beni kancasının ucuna taktı. Kendi karanlığımın tanıdıklığı -ki çok emek verdiğim bir kazanımdır- artık korkutucu olmaktan çıkmış. Bir minder gibi, kedi tüyleriyle dolu bir battaniye gibi, eskiciden aldığım anneanne evi lambası gibi köşesinde duruyor. Ben ve karanlık yan yana, birbirimizin içinde oturuyoruz. Keyfimiz yerinde.
Şarkının Çıplak Ayaklar Stüdyosu versiyonu da çok güzel ama Mutsuz Parti videosunda sevdiğim çok fazla insanın izi var. Lunapark iyi ki eskisi gibi değil.