20 Yılın Özeti: Pearl Jam Twenty

image

Eddie Vedder Ten’de ciğerlerini patlatırcasına çığlık atmaz, sıktığı dişlerinin arasından söyler şarkıları. Hayatımda atamadığım çığlıkları önce Kurt Cobain’den dinledim. Sonra Eddie Vedder’ın kontrollü öfkesiyle özdeşleştim. Ergenlik gibi lanet bir dönemde özellikle Ten albümüne öyle sarıldım ki, Pearl Jam Twenty’yi izlemek çok sevdiğim bir grubun öyküsünün yanında kendi kişisel tarihimi hatırlamaktı.

Yönetmen koltuğunda Cameron Crowe’un oturması, benim için harika bir film izleyeceğimin garantisiydi. Crowe başından beri grunge sahnesinin içinde olan bir isim, müzisyenlerle dostluğunun yanında elinde müthiş bir arşiv var. O arşivden parçalar, filmin vuruculuğunu artırıyor. Hikaye Mother Love Bone’la başlıyor ve anlıyoruz ki ona bir şekilde dokunan herkes Andrew Wood’u hala içinde taşıyor. Chris Cornell’in söylediği gibi, masumiyet Cobain’in intiharından çok önce, Wood’un ölümüyle kaybolmuş. Mother Love Bone sona erdikten sonra Eddie diye biri çıkageliyor ve Stone, Jeff ve Mike’la tanışmalarının birinci haftasında konser veriyorlar. Bu yeni çocuk sahnede utangaç, kamerayla arası yok ve hayranlık uyandırıcı bir sesi var. Biz internet ortamında hayatımızla ilgili önemsiz detayları dahi kurguya bulayıp zararsız kılmaya çalışırken, Vedder’ın içini bu kadar korumasızca açması hayret verici.

Film boyunca bir grup insanın şarkı yazmayı, albüm yapmayı öğrenişini, popülerlikle başa çıkmaya çalışmasını, gittikleri yönü kontrol etme uğraşlarını ve bir arada kalmak için gösterdikleri iradeyi izliyoruz. Seattle müzik sahnesindeki arkadaşlık da paralel olarak anlatılan diğer hikaye. Filmde grup üyeleri kadar Chris Cornell’i görmemiz de bununla ilgili. Pearl Jam sadece beş kişiden oluşmuyor, Andrew, Layne, Chris, Kurt, eski davulcular, hayranlar, Roskilde’de hayatını kaybedenler, Neil Young, The Who, Fugazi ve birçok diğer öğenin içinde bulunduğu bir oluşum aslında Pearl Jam. Ve dün gece sinema salonunu dolduran bizler de onun bir parçasıydık, parçasıyız. Biz de Madison Square Garden’da Better Man’e eşlik eden binlerle, yıllık iznini Pearl Jam turnesini şehir şehir takip etmek için kullananlarla ruh birliği içindeyiz. “Troubled souls, unite” diyor ya Leash’in sözlerinde, birleşmişiz çoktan. Filmde en çok bunu görüyoruz. Bu insanlar başkalarının hayatlarına dokunan şarkıları yapıp kendi yollarına devam etmiyorlar, dokunulan insanlardan parçaları da hayatlarına katıyorlar. Roskilde trajedisini sadece yıldönümlerinde değil, her gün düşündüklerini söylerken ciddiler. Muhtemelen bu yüzden böyle sadık bir kitleleri var. Pearl Jam dinleyicisine değer verdiğini hissettiren bir grup. Ten Club üyelerine her Noel gönderdikleri, kulüp için özel olarak kaydedilmiş 45’liklerden de belli.

Ergenliğimin öfkesini sırtında taşıyan grubun perdede iki saat içinde olgunlaşıp bilgeleşmesini izlerken, kendi öfkemin de 15 yıl içinde nasıl ehlileştiğini ama asla sönmediğini düşündüm. Şimdi hala Why Go’yu söylerken göğsümü yumruklamak geliyorsa içimden, demek ki ateş hala harlı. Hayatımda verdiğim kararlardan her zaman emin olamamışımdır. O yüzden Present Tense’in sözlerini sık sık tekrarlarım kendime. Ama 2006’da yetti bu hasret deyip otobüse atladığım gibi Pearl Jam Atina konserine gitmenin verdiğim en iyi kararlardan biri olduğundan eminim. Dün gece filmi Eddie Vedder’ın Porch tırmanışını, McCready’nin gitarı ensesine koyarak attığı soloları, Jeff ve Stone’un karşılıklı zıplayışını, Matt Cameron’ın ataklarını canlı izlemiş biri olarak seyrettim. Film bittiği anda başka bir sinemada filmi izlemiş, aynı şeyleri başka bir ülkede yaşamış bir arkadaşım aradı. Pek konuşmadık, sadece güldük ve iyi ki o konserlere gitmişiz dedik. İyi ki. Pearl Jam çok büyük ve kendine has bir grup. Pearl Jam Twenty de bunu olabilecek en iyi şekilde anlatıyor.

No Comments

Leave a Reply