İstanbul yazının en hevesle beklenen festivallerinden One Love Festival, bu yıl 14. defa bizimleydi. Türkiye için iyi bir sayı, özellikle son yıllardaki zorlukları göz önüne alırsak. Festivalin yeri önce Parkorman’dan Santralistanbul’a taşındı. Sonra malum sebeplerden Parkorman’a geri dönüldü. Orası da etkinliklere kapanınca geriye Life Park kaldı. Böylece bu yıl Life Park’ta arka arkaya festivaller izler olduk. Bakalım seneye festival peşinde koşan minik topluluğumuz şehrimizin nerelerine göç edecek.
Bu yıl da geçen seneki gibi iki gün de birkaç saatliğine Radyo Eksen setinin başındaydım. Radyo ile dinleyicisi arasındaki bağı seviyorum. Bilmediğin gruplar tavsiye eden, program gevşediğinde tepki koyan, radyoyu sahiplenip daha iyi olmasını isteyen insanlar. Ben çalarken yanıma gelip beğeni ya da şikayetlerini belirtmeleri çok değerliydi. Hepsinin mesajlarını gereken yerlere ilettim, hepsine kalbimden bir köşe verdim.
Gelelim kısa kısa festival notlarına. Bu yıl line-up benim kalemim değildi. Tatil dönüşü de olmasının etkisiyle az grup izledim. İlk gün Fink, blues’uyla Union sahnesinde iyi ve ilgili bir kalabalık topladı. Yalnız ana sahneden Metronomy‘nin sesi çok duyuluyordu, Fink de bundan rahatsızlığını şakayla karışık dile getirdi.
Pazar günü Jose Gonzalez‘in ikinci yarısına yetiştim. Bu adamın hikayeleri beni her zaman sakinleştiriyor ve dünyayı daha net görmemi sağlıyor. Union’daki konseri, gündüzün en güzel anlarını barındırdı. Peşinden gelen The Ringo Jets açık havayı, büyük sahneyi ve ateşli seyirciyi bulunca gol olup yağdı. Hak ettikleri ilgiyi görmelerine sevindim. Grubun davulcusu Lale Kardeş, konserden birkaç gün sonra önemli bir ameliyat geçirdi, dolayısıyla bu yaz onları pek göremeyeceğiz. Lale’ye geçmiş olsun dileklerimi şuraya da bırakıyorum.
Tom Odell‘e sadece fotoğraf çekmek için gittim. Ana sahnede kulak yırtan çığlıklar içinde belirdiğinde festivallerin artık yeni bir nesle hitap ettiğini anladım. Konser, festival kovalamaya başlayalı 15 yıl olmuş. Artık veteran sayılırım ve “Eskiden buralara yaban domuzu inerdi, o zamanlar akıllı telefon yoktu” falan diyebilirim.
2000’ler indie rock’ının ilahı The Strokes‘la hayatımıza giren Julian Casablancas, The Voidz‘la eylemlerine 2013’te başladı. Yıllarca yüreğimizi titreten sesini zaman zaman bozarak noise içine saklayan Casablancas ve grubu loş ışıklar altında yangın gibi bir konser verdi. The Voidz, The Strokes ve Casablancas’ın solo albümünden şarkıların çalındığı konserin bir kısmında Little Dragon için ana sahneye gittim, sonunda da aşırı sarhoş arkadaşlarımı toplayıp evlere dağıttığım için ikinci gece de erken bitti.
Göteborg çıkışlı elektronik müzik grubu Little Dragon, ana sahnede festivali kapayan isimdi. Alandan ayrıldığımda müzik devam ediyordu. Life Park’ın dar yolları festival dönüşü tam bir çile oluyor ama benim çıktığım saatte servis sırası pek uzun değildi, trafik de yoktu.
Festivale dair bir eleştirim, sponsorların çoğunun bulunduğu yemek alanıyla ilgili. Sesli etkinlikler yapmak isteyen birçok marka bir arada olunca zaman zaman dev kakofoni oldu. Bir yanda mikrofonla yarışma yöneten sunucu, diğer yanda festivalin çizgisiyle ilgisiz bir müziği bangır bangır çalan araba, üzerine Radyo Eksen’in sesini duyurmaya çalışan seti, alandan geçenleri ses dalgalarıyla tokatladı.
Belirsizlikler diyarı ülkemizde önümüzdeki yıl buluşana kadar hoşçakal One Love Festival. Seneye gökyüzümüz daha aydınlık, biralarımız daha lezzetli, ruhlarımız daha neşeli olsun.
No Comments