Birkaç haftalık aradan sonra Miller Music Tour macerasını sonlandırmak için oturdum bilgisayarın başına. Gözlerimi kapadığımda caddeleriyle, nehriyle, gölüyle, gökdelenleriyle aşk yaşadığım Chicago’daydım. New York’a geri dönüş hem doyamadığım bir şehri görecek olmanın heyecanı, hem maceranın sonunun hüznünü hissettiriyordu.
Chicago’dan fırtınayla ayrıldık. New York’un leş sıcağına butik otel Hudson‘da merhaba dedik. Sarmaşıklarla kaplı resepsiyona, yer yer 2001: A Space Odyssey’i andıracak şekilde döşenmiş salonlara bakarken kendimizi topladık; son defa New York sokaklarına dalmalıyız. Merhabamız alelacele olmuştu, bari vedamız sindire sindire olsun.
Otelden çıkıp Fifth Avenue’ya attık kendimizi ama nefes almak mümkün değil. Yapış sıcak ciğerleri kavuruyor, şehir dev bir hamam gibi. Binaların cepheleri terlese şaşırmam. Yürümeye devam etmenin tek yolu arada bir klimalı bir mağazaya girip biraz soluklanmak. Dünyaca ünlü markaların sıralandığı Fifth Avenue’da olunca, vitrin bakmak da keyifli. Düşen şekerimi sosisliyle dengelemeye çalışırken etraftaki atletli erkek nüfusuna hak veriyorum. Bu sıcakta ne giysin adamlar? Klimalardan optimum faydayı sağlamaya çalışırken haliyle biraz alışveriş yapıyorum. Her şey tamam da Abercrombie & Fitch’in kapısında saatlerce sıra bekleyenleri anlamıyorum. İçeride birlikte fotoğraf çektirilebilen adonis kaslı erkekler yüzünden mi acaba?
Onca yolu gerisin geri yürüyerek otele dönüyoruz, nemden yamulup kaldığım için yolun bir bölümünde beni taşımak durumunda kalan Koray Caner’e buradan selamlarımı yolluyorum. Gecenin atraksiyonu, Hudson Nehri üzerinde tekne turu ve sürpriz bir konser. İskelede küçük bir rock’n roll grubu karşılıyor bizi, teknede ise özellikle Hispanik arkadaşları coşturan flamenkocular var.
Hava kararıyor, New York önümüzde ışıl ışıl, yine parti müziği fonda ama kafada 5 gün boyunca yaşananlar, görülenler var. Tur boyunca sürekli kayıtta olan Miller ekibinin hazırladığı videoyu izliyoruz. Herkes bir anını yakalıyor, kimse unutulmamış. Bittiğinde bir kardeşlik dalgası yayılıyor, başa dönüp bu beş günü bir daha yaşamak, oradaki herkesle oturup uzun uzun muhabbet etmek istiyorum. Bir şeyi en güzel yerinde bırakmak garip.
Hüzünlendik evet ama gece daha bitmedi. Sahnede bir mikrofon var ve onun sahibini merak ediyor herkes. Vakit ilerledikçe Eddie Vedder’dan Fedon’a uzanan tahminler hayal gücünü zorlamaya başlıyor. Neyse ki biz daha fazla saçmalamadan Tinie Tempah çıkıyor sahneye ve Hudson Nehri’nin sessizliğini parçalıyor. Kendisine bir müddet eşlik ettikten sonra teknenin alt katına inip minderlere yayılarak New York’u izliyorum. Son birkaç gündür yaşadığım bir başkasının hayatıymış gibi. O zaman kalbim neden bu kadar buruluyor? Geceleri şehirleri izlemek hep hüzün mü veriyor yoksa?
Teknedeki son saatleri gecede hosteslik yapan iki Amerikalı kızla konuşarak geçiriyorum. Biri DJ, diğeri model olmak için gelmiş New York’a. Henüz yirmi yaşındalar ve burada hayatta kalmanın zor olduğunu söylüyorlar. “Kendini benzersiz sanarak New York’a geliyorsun ve bir bakıyorsun ki senin gibi yüzlercesi var. Açılan her kapıya seninle birlikte yüzlercesi saldırıyor. Burada yaşamak zor, ama sabahları penceremden Empire State binasının tepesini gördüğümde bunu yapmak için gerekli motivasyonu buluyorum,” diyor biri. Hiç yurt dışına çıkmamışlar, İstanbul’dan bahsediyoruz biraz. Gecenin sonunda kırk yıllık arkadaş gibi sarılıyoruz.
Gecenin sonu dediysem, tekne gezisinin sonu demek istedim. Otele döndükten sonra elbette acıkıyorum ve sabaha karşı dayanıyorum Koray’ın kapısına. Onu da uyku tutmamış. Böylece çıkıyoruz gece turuna. Bilmediğin bir şehrin boş caddelerinde dolaşmak ne zevkli. Açık bir pizzacı bulup kolesterolümüzü biraz daha yükseltiyoruz. Nasıl olsa Türkiye’ye dönünce sağlıklı besleniriz.
Sabah ilk iş bavullar toplanıyor, son bir Amerikan kahvaltısını ışık hızındaki SoHo turu izliyor. Havaalanına giderken gözüm arkada: New York’u doğru düzgün gezemedim, plakçılara, ikinci el dükkanlarına bakamadım, metroya binemedim, New Yorklularla konser izleyemedim… Yani yetmedi, yetecek gibi değildi zaten. Çok iştah açıcı bir fragmandı gördüğüm, devamını getirmek şart oldu.
Sıra dışı bir deneyim yaşadım, şehirlerden bir şeyler alıp onlara bir şeyler bıraktım, mutlu oldum ve dahası için istekle doldum. Geri geleceğim koca ülke, söz veriyorum.
Gün I (New York)
Gün II (New York-Miami)
Gün III (Miami-Chicago)
Gün IV (Chicago)
No Comments