Zaman ve mesafeden bağımsız arkadaşlar vardır ya, kaç yılda bir görüşürsen görüş hep birlikteymiş gibi hissedersin. “Eee?"lerle, "Daha daha?"larla bölünmez muhabbet, bıraktığın yerden devam eder. Manu Chao‘nun şarkıları da öyle. 14 yıl önce Bongo Bong‘u ilk duyduğum anki kadar dost ve sıcak. Kendisi 50’lerinde ilerlemeye başlamışken ben 30’a yaklaşmışım. Onun şarkı söylediği dillerden birini daha öğrenmişim. İstanbul’a üçüncü konser ziyaretinde dillere destan sahne performansını nihayet görmek için yağmur altında Ekşi Fest‘in servis kuyruğunda beklemeye koyulmuşum.
Kuyruk upuzun, hava soğuyor, yağmurlukçular mutlu ama servisler bir türlü gelmiyor. Minibüsler balık istifi insan taşıyor Sarıyer’deki Life Park‘a. Bir saatten fazla sırada bekliyorum. Alanda bira satışı jetonla, yemek satışı nakitle yapılıyor. Jeton ve bira kuyrukları kısa ama yemek kuyruğunda bir yarım saat daha gidiyor. Bu arada Baba Zula sahneden inmiş, saflar sıklaşmış, Manu Chao heyecanı alanı sarmış. Yağmur hep yanımızda, ince ince. Sahneye sokulabildiğim kadar sokuluyorum.
Şarkı söylerken, müzik yaparken çok iyi olan müzisyenler var. Bir de bunları yaparken kendini tüketircesine, yok olurcasına her şeyini seyirciye verenler var. Manu Chao ikinci grupta. 2,5 saat süren konser boyunca sürekli gözlerimizin içine bakıyor, zıplıyor, mikrofonu çıplak göğsüne vurarak kalbimizin birlikte attığını hissettiriyor, yağmuru, havayı selamlıyor, hayatı ve adalet mücadelelerini kutluyor. Şarkılarını hangi dilde söylerse söylesin, birbirimizi kelimelerin ötesinde bir bağ ile anlıyoruz. Dünyanın farklı yerlerinde doğan grup üyelerinin hepsiyle eskiden Beşiktaş Vapur İskelesi’nin yanında bulunan çaycıda ellerimizi ısıtmış gibiyiz. Gezi Direnişi’nden görüntüler ekranlara yansıtılınca "Her yer Taksim, her yer direniş” sloganı duyuluyor. Bütün dünyaya cesaretimizle ilham verdiğimiz için teşekkür ediyor Manu.
Clandestino, Bongo Bong, Me Gustas Tu, Que Paso Que Paso, Rumba de Barcelona, La Primavera, Rainin In Paradize, Politik Kills bir ağızdan söyleniyor. Albümlerindeki gibi konserde de şarkılar birbirinin içine geçiyor, nerede başlayıp bittikleri çoğu zaman belirsiz. Birkaç şarkı sonra aynı nakarata dönülebiliyor, dalgalı denizde kafamıza göre sallana sallana gidiyoruz. Kaptanın elinde gitar, tayfalar keyif sigarasında. Sahneden üzerimize dökülen Latin punk’ı bazen çıldırtıcı bir hıza ulaşıyor. Dans edip yorulurken yaşadığımı hissediyorum. Manu Chao “Próxima estación: esperanza” (sıradaki istasyon: umut) dediğinde inanıyorum. Karşılaştığım arkadaşlarım terli ve mutlu. Orman içinde toplaşmış terli ve mutlu insanlarız.
Seyirci Manu Chao’yu bırakmak istemiyor. 3 defa geri dönüyorlar sahneye. Bir defa da selam vermek için geliyorlar. Mümkün olsa sahneye atlayıp hepsine sarılacağım, öyle canımdan can gibiler. Konser bittikten sonra sonu görünmeyen servis sırasını pas geçip orman yolunda biraz yürüdükten sonra minibüs buluyoruz. Minibüs şoförü bile mutlu.
* Fotoğraf Wikipedia’dan, video bana ait.
No Comments