Üzüntü ve İskoç Soğuğu: The Twilight Sad [feat. Nisan]

image

Çoğumuzun hayalinde yeşil, yağmurlu ve soğuk bir yer olan İskoçya (Kilsyth) çıkışlı The Twilight Sad, nice grubun hevesle kurulup tarihe gömüldüğü lise koridorlarında hayatına başladı. Solist James Graham, gitarist Andy MacFarlane ile tanıştı. Davulcu Mark Devine’in katılımıyla ilk kadro tamamlandı. Bas gitarist Craig Orzel ise 2003’te, MacFarlane’le bir otobüs durağında tanışarak gruba dahil oldu.

İlk dönemlerinde uzun, deneysel jam’lerle eğleşen grup kısa sürede Brighton merkezli Fat Cat Records’un dikkatini çekti ve 2006’da kendi ismini taşıyan ilk EP’sini yayımladı. Cızırtılı, melankolik bir karanlık içinde yuvarlanıp gidiyordu şarkıları. Graham’ın ağır İskoç aksanı, feryat figan gitar riffleri ve sokakta sürüklenen teneke gürültüsüne benzeyen davullar arasından kararlı ve agresif, yürüyordu. Müziklerinde öfke vardı; aileye, insanlara, hayata karşı ve elbette hayal kırıklığı.

Ertesi yıl çıkan stüdyo albümü Fourteen Autumns & Fifteen Winters’la grubun ayaklarının nereye bastığı daha net görüldü. Shoegaze ve post-rock’ın %100 işleyen formülü gitar döngüleri ve ses duvarlarından kendilerine bir yuva kurmuş, içinde bazen kırılgan, bazen saldırgan dönüp duruyorlardı. Mogwai’yle Avrupa’yı turladıkları 2008 kışında (ki o da geçirdiğimiz kış kadar lanet ve soğuktu) kendilerini izleme fırsatı buldum. Çaldıkları 5-6 şarkı boyunca James Graham’ın siperliğini burnuna kadar indirdiği şapkasından yüzünü dahi görememek bir yana, mikrofonu fırlatıp tek kelime etmeden sahneden ayrılmalarından sonra tokat yemiş gibiydik.

Çoğunluğunu albümdeki şarkıların alternatif versiyonlarının oluşturduğu ikinci EP Here, It Never Snowed. Afterwards It Did ve konser kayıtlarının ağırlıkta olduğu, Sonic Youth göndermeli Killed My Parents And Hit The Road’la The Twilight Sad’in ilk perdesi sona erdi.

İkinci perde, ikinci albüm Forget The Night Ahead’le açıldı (2009). Daha gürültülü, daha öfkeli ve ses duvarları daha yüksek. Aileyle didişme yerini biraz daha kendi etlerini gagalamaya bırakmış. Fourteen Autumns & Fifteen Winters’ın arada bir yorgunlukla toprağa yayılan kederi, yoğunlaşıp kara bir kuşa dönmüş de kem gözleriyle dünyayı süzüyormuş gibi. Bir röportajında “Üçüncü albüme kadar hepimiz eroin ve kokain bağımlısı olursak dünya biraz daha aydınlık gelebilir” diyordu Graham. “Aksi halde bizden neşe beklemeyin.”

Şubat başında çıkan No One Can Ever Know’dan anlaşıldığı kadarıyla henüz bağımlılık yok. The Twilight Sad’in evreni hala gri, soğuk ve tekinsiz. İlişkiler kırık, insanlar arasındaki mesafenin kapanması mümkün görünmüyor. James Graham’ın daha sakin tınlayan sesine gitar örgülerinden çok synth katmanları ve bilgisayar efektleri eşlik ediyor. İnsanı içine çekip transa sokan yapıların malzemesi değişmiş fakat hissiyat yerinde duruyor.

Bas gitarist Craig Orzel’in gruptan ayrılmasından sonra yola üç kişi devam eden The Twilight Sad, tutturdukları post-rock damarından devam etmek yerine krautrock ve endüstriyel esinlenmeleri müziklerine taşımakla çok doğru bir karar vermiş. Ses duvarları her ne kadar konserlerde çarpmaktan hoşlandığımız bir şey olsa da, birbirini izleyen albümlerde sıradanlaşma riskini taşıyor. No One Can Ever Know’daki ses dokuları hem dinleyicinin hem müziğin daha çok nefes almasını sağlıyor. Böylece albüm sadece belirli ruh hallerinde başvurulacak bir çalışma olmaktan çıkıyor. Önceki The Twiligt Sad işlerinden farklı olarak, dinleyenin bilinç akışını belirli bir yöne zorlamıyor, ona yoruma açık, istediği gibi gezinebileceği bir zemin sunuyor.

Üçüncü The Twilight Sad albümünü merakla bekliyordum, dördüncüsünü tırnaklarımı yiyerek bekliyor olacağım. 

No Comments

Leave a Reply