Gece Yarısı Güneşi etkinlik takviminin heyecanla beklediğim Helsinki bölümüne geldik nihayet. Rehber eşliğinde hızlı bir tur, Grotesk‘te yemek ve bar gezmesi var programda.
Kısıtlı sürede şehri doya doya gezemeyeceğiz kaygımıza sevgili rehberimizin bizi bir tasarım mobilya mağazasına götürüp, yarım saat “L” şeklinde sehpa bacağının ne kadar devrim niteliğinde olduğunu anlatması eklenince, Helsinki’yi rehbersiz keşfe çıkmanın daha iyi olacağına karar veriyoruz. Pekka’ya diyorum ki “Eve Leningrad Cowboys tişörtü almadan dönersem beni paralarlar. Bi’ buldur gözünü seveyim”. Beni plak dükkanı Stupido Shop‘a götürüyor, çalışanlarla bir şeyler konuşuyor ve sağa sola telefon ettiriyor. Helsinki’nin tüm plakçıları bana Leningrad Cowboys tişörtü mü arıyor ne? Yanıt olumsuz, sadece web siteleri üzerinden satış yapıyorlarmış. Bu arada Pekka bilmem kaç senesinde Helsinki’deki büyük katedralin merdivenlerinde verdikleri halk konserini anlatarak beni kıskandırıyor.
Haritasız pusulasız kafamıza göre yürüyoruz. Haydi şu görünen büyük binaya gidelim, haydi bu minik sokağa girelim derken kendimizi Aleksanterinkatu’ya yakın, küçük bir meydana atıyoruz. Yemek saatine kadar geleni geçeni izliyoruz. Hayat Helsinki’de çok hızlı akmıyor sanki. Sağa sola koşturmaca yok, insanlar beş dakika bir meydanda oturup dinlenmeyi kendine çok görmüyor. Suni ihtiyaçlar buradaki kadar pompalanmamış, şehirde 4×4 görmek zor. Basit, sade, işlevsel bir dünyada yaşıyorlar ve görünüşe göre iyi yaşamayı çok önemsiyorlar. Bunun anahtarı da çok para değil çünkü basit zevkleri var. Arkadaşlarla güzel bir yemek, güzel bir içki, iyi müzik, bozulmamış doğa, yüzmek, sauna… E burası yaşamak için çok güzel bir yer, aklım mı çeliniyor yoksa? Helsinki’nin kışın -30 derece civarı olduğunu hatırlamamla kendime geliyorum. Gerçi kar ve soğuğun hayatı pek etkilemediğini, toplu taşımanın dakiklikle çalışmaya devam ettiğini ve kapalı alanlar ısıtmalı olduğu için sorun yaşamadıklarını söylüyor Pekka. Kışın saunadan sonra kendini havluyla karlara atmanın çok iyi geldiğini de söylüyor, o bir Viking sanırım.
Grotesk’te yoğurtlu kokteyller karşılıyor bizi (tadı şahane). Yemekti şaraptı derken yavaş yavaş mızmızlanmaya başlıyoruz, hani bar turu? Ve atıyoruz kendimizi yine sokağa, Pekka’nın rehberliğinde. İlk durağımız barlarla dolu bir tünel. Ortadaki sahnede bir cover grubu, 80’ler ve 90’lardan pop-rock şarkıları çalıyor. Yaş ortalaması yüksek, 40+ diyelim. “Eğlence genç işidir” algısından uzak olmak güzel. Herkes gülümsüyor, dans edenler, kadeh kaldıranlar. Çok “efendi” bir hava var. Büyükannenin Tüneli denen bu mekan, orta yaş grubunun “avlanmak” için takıldığı bir mekanmış. O yüzden herkesin yüzü gülüyor, büyük ihtimalle eve yalnız dönmeyecekler.
Sırada Torni Hotel’in altında bulunan American Bar var. Burası kokteyl dünyasında saygın bir yere sahip. Bir Viking geleneği olan kılıçla şişe açma ritüeli, burada zaman zaman uygulanıyormuş. Kılıçla uçurulmuş şişe boyunlarını da sergiliyorlar. Yolunuz Helsinki’ye düşerse mutlaka buraya uğrayıp en üst kattaki tuvalete gidin. İki yanı camla kaplı, şehre tepeden bakan tuvalette manzaraya karşı teşaşür eylemek bir zevk.
Adaya dönmeden önce bir gece kulübüne uğruyoruz, hemen hemen boş. Üniversitelerin açılmasıyla hafta içi gece hayatı sakinlemiş, perşembeler de ölü gün sayılıyormuş zaten. “Fin Kültüründe Karaoke’nin Yeri” konulu bir tez yazmayı düşünecek kadar çok karaoke bar gördüm. Neredeyse iki sokakta bir karaoke bar. Ne tür şarkılar çaldığı da kapıda yazıyor; klasik pop, Fince pop, rock… ne ararsan var.
İçilen çeşitli kokteyl ve şarapların etkisiyle uyumaya hazır olarak son defa adaya dönüyoruz. İki güne sığdırabildiğim kadar çok Finlandiya ve Finlandia sığdırdım. Hayran kaldığım doğayı fotoğraflarda, huzuru da içimde taşıyarak dönüyorum İstanbul’a. Aklımda öğrendiğim bir sürü şeyle. Gittiğim şehirlerde geçen filmleri hep daha heyecanla izlerim. Helsinki de onlardan biri oldu, ne güzel.
Finlandiya Güneşi pt.1: İnsanın Ömrü Uzar
Finlandiya Güneşi pt.2: Geldim, Yedim, İçtim
Finlandiya Güneşi pt.3: Denizler Üstünde 20000 Fersah
No Comments