Finlandiya Güneşi pt.1: İnsanın Ömrü Uzar

Tatilde, deniz kıyısında telefon çalar ve ses der ki: “Haftaya Finlandia Vodka’yla Helsinki’ye gidiyorsun. Çabuk vize için gerekli evrakları yolla”. Aklıma gelen ilk kelimeler: Kaurismäki kardeşler, metalci, Apocalyptica, Leningrad Cowboys, elbette Lordi, tasarım, sarışınlar, Alexander Skarsgård (kendisinin İsveçli olduğunu biliyorum, normalde de öyle durup durup aklıma gelir). Birleşip bir cümle olamıyorlar çünkü sevinçten sadece sırıtabiliyorum.

image

Midnight Sun, Finlandiya’da güneşin çok kısa bir süre battığı ve gecenin hafif bir lacivertlikten ibaret olduğu yaz dönemine verilen isim. Biz bunun sonuna yetiştik, dolayısıyla gecesiz günleri göremedim ama 2 gün boyunca bir Fin gibi yaşamak için elimden geleni yaptım. Finlandia Vodka’nın Gece Yarısı Güneşi etkinliğinin amacı da bu. Dünyanın çeşitli ülkelerinden insanları Helsinki’nin yakınındaki Sipoo adasında misafir edip, onlara standart Fin hayatını yaşatmak.

Adadaki kadromuz Sermet Severöz, Ali Tufan Koç, Doğuş Çabakçor, Deniz Koşan, Pinkfreud ve bendeniz. Bu da kalbimin bir kısmını bıraktığım evimiz.

image

image

image

Ev sahibimiz Pekka, Finlandia Vodka’nın mixolojisti. İşi, votkaları kullanarak yeni kokteyller yaratmak. Dünya kokteyl trendlerini belirleyen kişilerden biridir kendisi. Saygıda kusur edilmesin. Aşağıda bizim için doğaçlama yaparken görülüyor.

image

Evet, evin ağzına kadar dolu bir barı var. Geçip kafanıza göre kokteyller yapabiliyorsunuz. Tabii biz daha çok Pekka’nın lezzetli tariflerini tercih ediyoruz. Hoşgeldin kokteyllerinin ardından votka tadım eğitimi geliyor. Tadım, votka-su karışımıyla yapılıyor. Yalnız kadehleri çat diye dikmemek lazım. Bir müddet sonra “Aabijim bak şimdi, bu biraz yağlı, bak görüyo musun şizzgileri bak bak” kıvamına gelmek mümkün. “Efendi gibi içiniz.”

Tadımdan sonra iyi kokteylin matematiğini işin erbabından öğreniyor ve sabırsızlıkla adayı keşfe çıkıyoruz. Yaylı yatak hissi veren toprakla tanışıyorum ve o kadar etkileniyorum ki gözüm yerden ayrılmıyor bir türlü. Ölü böcekler, yosun tabakası, ramazan pidesi boyunda mantarlar, küf, çürüme sanki ilk defa görmüşüm gibi büyülüyor beni. Doğa bana ruhani bir deneyim yaşatıyor. Belki satori, belki huzur bu, bilmiyorum. Ama sarsıcı olduğu kesin.

image

image

image

Bir bakıyoruz, herkes fotoğraf makineleriyle birbirini çekmeye koyulmuş. Poz vermekten yorulunca kayalara, iskelelere, deniz kıyısına yayılıyoruz. Baltık Denizi sessiz ama suyun altında bir şeyler oluyor gibi. Su yoğun bir yeşil, bitki örtüsü denizde de kesintisiz devam ediyor. Sazların arasında şıpırdayan su zihni arındırıyor. Pürüzsüz kayalara baktıkça Valhalla Rising‘den sahneler geliyor aklıma. Finlandiya’nın 180 bin adasından birinde, gün boyu güneş almış kayalara yatıp coğrafyayı hissetmek insanın algılarını genişletiyor. Coğrafyayı hissetmek dedim, çünkü burada daha önce hiç olmadığı gibi duyumsadım denizi, karayı, toprağı, dünyayı. Akşam ışığının balina sırtını andıran ıslak kayalara vuruşunu, içine bulutların yansıdığı su birikintilerindeki sinek sürülerini mutlulukla izledim. Evde görsem nakliye şirketini arayacağım büyüklükte örümcekler bile korkunç gelmedi.

image

Finlandiya’ya giderken orada bir şey bulacağımı düşünmüştüm. Uyumu buldum. Su gibi, üzerinde bulunduğum kara parçasının şeklini alabileceğimi hissettim. Bu çok mutluluk verici.

Finlandiya Güneşi pt.2: Geldim, Yedim, İçtim
Finlandiya Güneşi pt.3: Denizler Üstünde 20000 Fersah
Finlandiya Güneşi pt.4: Helsinki’de Gece

No Comments

Leave a Reply