Expéditions 6: Roskilde Festival 2012

Müziğin peşinden başka ülkelere gitmişliğim var ama ilk defa bu kadar uzağa, Danimarka’ya savruldum. Temmuz ayında gerçekleşen Roskilde Festival, bir festivalin her yönüyle nasıl olması gerektiği konusunda çok temiz bir örnek olarak yerleşti hafızama. İnsanın ufkunun genişlediğini hissetmesi güzel. Roskilde’de çoğu zaman göz kırpma benzeri bir refleksle bastım deklanşöre. Fazla kurgulamadan, içimden ve bazen karşımdakinin içinden geldiği gibi. 

image

Burası çadırımızın bulunduğu Get-a-Tent kamp alanı. Son derece temiz ve sakin olduğundan festival yazımda bahsetmiştim. Uyanma saati ışığa duyarlılığınıza bağlı. Öğlene kadar alanın ortasındaki koltuklarda yatıp kahvaltı kemirmek çok zevkli oluyor. Tabii henüz yağmur indirmemişse. Alacakaranlıkta etraftaki ağaçlıklarda ötüşen kuşlar ve martıları dinlemek, festival alanının hengamesinden sonra terapi gibi geliyor.

image

Festival demek yürümek demek. Kamp alanından sahneye, oradan diğer sahnelere, yemek standlarına, tuvaletlere, sonra yine kamp alanına gün içinde saatlerce yürümek. Bu alt geçitte genellikle festival katılımcıları gitar çalıp şarkı söylüyor. Beş gün boyunca neredeyse her geçişimde gördüğüm, sürekli Hey Jude’u söyleyen gruba buradan sevgilerimi yolluyorum.

image

Yukarıdaki salonun adı Retro Lounge. Burada 42. yılını kutlayan festivalin ilk yılından itibaren bütün afişleri, önemli dönüm noktalarından fotoğraflar ve görüntüler sergileniyor. Yağmur ve güneşten kaçıp dinlenmek için de iyi.

image

Ben de çocukluğumda legoyla oynadım da bizimkinden en fazla kazma gibi ev, kamyon falan oluyordu. Orange Stage’in lego versiyonu da Retro Lounge’da duruyor. 

image

image

Roskilde’de çekebildiğim yegane sahne fotoğrafları bunlar. Festivalin en samimisi, Gloria sahnesi. Julia Holter ve Nils Frahm. Sıcaklık 40 dereceye yakın. Oksijen eser miktarda.

image

Salonun havasızlığına dayanamayanlar buradan da duyabiliyor müziği. Sarı platformun arkasındaki alan kütüphane gibi düzenlenmiş. Yerler kum. Burada kitap okumak, yemek-içmek, uyku tulumunu getirip uyumak, kumdan kale yapmak mümkün. Tam da burada, uyku tulumlarına gömülmüş uyumakta olan bir çiftin 4-5 kalın sesli arkadaş tarafından kulaklarına haykırılarak uyandırılmalarına tanık oldum. Kurbanlar sadece gülüp yeniden uykuya daldı. İnsan hayret ediyor.

image

İskandinav kadınlarının şort altına dantelli tayt sevdasından sonra en popüler giyim unsuru kostümler. Festival boyunca sayamadığım kadar çok muzadam, kanguru, ayı ve leopar gördüm. Spiderman cep telefonunu şarja bırakıp gözden kayboldu.

image

Duygu yoğunluğundan ağlayabilen biriyim. 2000’deki Pearl Jam konserinde çıkan izdihamda hayatını kaybeden 9 kişi için dikilmiş bu heykel, 9 ağacın ortasında duruyor ve insanlar yanından geçerken ona dokunup bir şeyler söylüyor. Gerçekten o 9 genç adama moral veriyor gibi görünüyorlar. Bunu görmek hem acı hem insanın iyiliğine dair umut veriyor. Karmakarışık hissedip ağlıyorum tabii. Ne yapayım. Taşın üzerindeki “Ne kadar kırılganız” cümlesi Danimarkalı şair Morten Sondergaard’a ait, heykeltıraş ise Lars Skov Nielsen.

image

Bu adamın karizmasına dayanamayarak fotoğrafını çekmek için izin istiyorum. Kolundaki festival bileklikleri gözüme çarpıyor. Roskilde’deki 24. yılı olduğunu söyleyip gururla üfüyor sigarasının dumanını. Abim benim. Abim be. Kral kraaaal.

image

Portrelerini çekmek için gözüme kestirmiştim bu çifti. Önce sevimli bir poz veriyorlar. Sonra “Şimdi de yaramaz olalım” deyip buna geçiyorlar. Meğer herkes fotoğrafının çekilmesini istermiş. Çekingenliğim yüzünden bunu geç öğrendim.

image

İşte babam Danimarka’da doğup büyüseydi, 10 yıl sonra muhtemelen böyle bir adam olacaktı. Deri şortuna vurulduğum amca, fotoğrafını çekmeme başıyla onay verdi ama başka hiçbir şey söylemedi. Ben fotoğraf çekerken etrafımda beliren kadınlar yüzümü ve çizmelerimi boyamaya başladı. Portre peşinde koşarken yeşil başlı ördeğe döndüm.

image

Dakikalarca önce kim gülecek diye birbirine dik dik bakan arkadaşlar tam ben fotoğraflarını çekerken öpüşmek için hamle yaptılar. Bence kız kazandı. 

image

Gözlemlediğim kadarıyla bira bardağını ele bantlamak çok tercih edilen bir aktivite. Böylece ne kadar sarhoş olursan ol, depozitolu bardağını kaybetmiyorsun. Mükemmel. Bu arkadaşın durumu biraz daha farklı. Streç filmle yan yana yürüyen insanları birbirine yapıştırıp saran şakacıları gördükten sonra yadırgamıyorum tabii. Alışveriş arabasına da respect.

No Comments

Leave a Reply