Pazar günleri oturup hafta boyunca biriktirdiğim notları buraya aktarmak, o haftayı kapatıp yenisine başlayabilmek için bir gerekliliğe dönüştü. Geçen hafta yazamamış olmanın huzursuzluğunu bugüne kadar cebimde taşıdım. İki günlük fırtına-dolu-güneş döngüsünün ardından şehrin erkenci ağaçlarındaki çiçeklerden enerji, dinlediğim şarkılardan umut ödünç alıp açıyorum defteri.
David Bowie: The Last Five Years
!f İstanbul’da izlediğim Francis Whately imzalı belgesel David Bowie: The Last Five Years, Bowie’nin The Next Day ve Blackstar albümleri ile Lazarus müzikalini içeren son beş yıllık üretimine odaklanıyor. Birlikte çaldığı müzisyenler, prodüktörü, klip yönetmenleri ve müzikali sahneleyen ekiple yapılan röportajları arşiv görüntüleri ve Bowie’nin eski röportajlarından parçalarla birleştiren belgesel pek tatmin edici olmasa da, birkaç an ve cümleyi aklıma kazımayı başardı. Birçok albümde birlikte çalıştığı prodüktör Tony Visconti’nin dinlettiği vokal kayıtlarında Bowie’nin hırıldayan, yorgun nefesini duymak, ona en yakın hissedebileceğimiz anlardan birini yaşatıyor. Ambalajsız, müdahalesiz, imajsız. Sadece nefes, ses ve sözler.
Blackstar’da yer alan müzisyen ve besteci Maria Schneider, Bowie’yi saksafoncu Donny McCaslin’le tanıştırdığında bu müthiş final albümünün yolu çizilmiş oluyor. Schneider’in açtığı kapıdan giren ekip, 2010’lu yılların en etkileyici ses evrenlerinden birini yaratıyor. Tek bir insanla, doğru zamanda tanışmış ya da tanışamamış olmanın hayatlarımıza etkilerini düşünüyorum. Temas ettiğimiz herkesin üzerimizde iyi ya da kötü bir iz bıraktığını hissediyorum. Dünya üzerindeki herkes, başka renklerle karışa karışa çamur rengini almış birer oyun hamuru gibi görünüyor gözüme.
Birlikte ses çıkaranlar
Türkiye’de bağımsız müzik adına olan biteni öğrenmek için takip etmeniz gereken başlıca mecralardan biri In The Void. Burada birkaç gün önce yayımlanan “Çiçeği Burnunda Oluşumlar ve Plak Şirketleri” başlıklı yazı, bir araya gelerek sesini daha güçlü çıkarmaya çalışan müzisyen, prodüktör, sanatçı kolektiflerini ve yeni etkinlik serilerini tanıtıyor. İnsan bazen en heyecanlı şeyler onun bakmadığı yerlerde oluyormuş gibi hisseder ya, bağımsız müzik söz konusu olduğunda bu his genellikle doğru çıkıyor. Radarı genişletmek gerek.
ODTÜ geleneği sürdürüyor
Yaşadığı şehrin dışındaki konserler her müzisyen için değerlidir ama ODTÜ seyircisinin yerinin ayrı olduğu da sık sık söylenir. ODTÜ Müzik Toplulukları, bu yıl 23.sünü düzenleyecekleri Rock Şenliği için yine mis gibi bir line up yapmış. Okulda olanlar zaten kaçırmamalı ama Ankara’dakiler de bence bu hafta yollarını ODTÜ’ye düşürsün.
Üniversite şenlikleri insanların birlikte eğlenmeyi, bir organizasyonu birlikte sahiplenip korumayı, bir arada olmayı öğrendiği yerlerden. Çoraklaşan kültür-sanat ajandasından eksilen her üniversite şenliğiyle bu bir arada yaşayıp eğlenebilme yetisini biraz daha kaybediyoruz.
Kadıköy Sineması dönüşüyor
Kadıköy’ün yapıldığı şekliyle korunan tek sineması, Başka Sinema işbirliğiyle programını yeniledi. Fuaye alanında gerçekleşecek sergiler ve mini konserler de Kadıköy Sineması’ndaki dönüşümün sonraki adımları. 1964 yılında tiyatro salonu olarak kullanıma açılan mekan, bu yıl İstanbul Film Festivali ve Filmekimi’ne ev sahipliği yapacak. Kadıköy Sineması’nın istiridye biçimindeki 320 kişilik salonu ve 50 kişilik cep salonu umarım dolup dolup taşar. Sinemanın programını burada bulabilirsiniz.
Saçların ardında gizlenen
Uzun saçın en iyi yanı (kışın kulakları ısıtmak dışında) istediğiniz zaman dünyayla aranızda bir perde oluşturabilmesi. Sahnedeki müzisyenlerin saçları boşuna gözlerinin önüne düşmüyor. İsviçreli ressam Charlotte Hopkins Hall‘un arkası dönük kadın portrelerinden oluşan serisi, bende bu tür seçilmiş bir görünmezlik hissi uyandırıyor. Resimdeki kadınlar bakışıma sırtlarını dönüp varlığımı tanımıyorlar. Özgürleştirici bir anonimlik içindeler. Aralarında dedikodumu bile yapıyor olabilirler. Eserin adı “Mırıltılar ve Gürlemeler”.
Quincy Jones pişman
Quincy Jones’un olay yaratan röportajlarından geçmiş haftalarda bahsetmiştim. Michael Jackson’dan Prince’e, Elvis’ten The Beatles’a dokundurmadığı isim kalmamıştı. Geçtiğimiz günlerde twitter hesabından yaptığı açıklamada (tam şu an magazin editörü gibi hissettim) kızlarının çenesini tutması konusunda kendisini uyardığını ve dersini aldığını yazdı Jones. Arkadan konuşmanın kaç yaşında olursa olsun affedilemez olduğunu söyledi ama iddialarının doğruluğuyla ilgili herhangi bir yorum yapmadı. Bence ondan daha çok dedikodu duyarız.
No Comments