Defter #2

Defter #2

İnsan, değişen hayvandır. Bunu birkaç hafta önce, kendimi bildim bileli “geceleri çalışamıyorum” dediğim halde, sabaha karşı masaya oturup keyifle yazı yazarken daha iyi anladım. Hayat boyu unutulmayan dersler ille öyle büyük deneyimlerden çıkacak değil. Seneler önce ofis dışında geçirdiğim güneşli bir gün nasıl beni işten ayrılmaya götürdüyse, sabah dört buçukta yazdığım o yazı da neyi yapıp yapamadığımla ilgili cümlelerimi yerini bilmediğim bir çekmeceye kilitledi. Dışsal sınırlara kendi dilimden yenilerini eklemeyi bıraktım.

Good Omens dizi oluyor

Good OmensTerry Pratchett ve Neil Gaiman’ın Türkçeye “Kıyamet Gösterisi” olarak çevrilen romanı Good Omens, yayımlanmasından 27 yıl sonra, BBC ve Amazon işbirliğiyle altı bölümlük bir televizyon dizisi oluyor. Üstelik dizinin senaryosunu da Neil Gaiman yazıyor. Şeytan’ın oğlu Antichrist ve yaklaşan Kıyamet ile ilgili bu müthiş komediyi her şey yolunda giderse 2018’de izleyebileceğiz. Daha detaylı bilgi için şuraya bakabilirsiniz. Bu arada kitap İngilizce ve Türkçe olarak büyük kitapçılarda bulunuyor.

James Lavelle ile SOHO yolları

Daydreaming with UNKLE Presents...THE ROAD: SOHOMTV’nin hala iyi müzik yayını yaptığı, zihin açıcı videolar için geceleri “MTV new”u beklediğim yıllarda, hayatımda dinlediğim en iyi albümlerden biri olan Psyence Fiction ile tanıdım James Lavelle’i (ve tabii DJ Shadow’u). Bir çekme kasetten geçen yılın sonunda izlediğim Richard Ashcroft konserindeki Lonely Soul sürprizine uzanan çizgi, kesintisiz devam ediyor.

Bir müzik projesi olmanın ötesine geçen UNKLE, Soho’daki Lazarides Gallery‘de 23 Şubat’a kadar farklı bir deneyim sunuyor. “Daydreaming with UNKLE Presents… THE ROAD: SOHO” sergisinde Massive Attack’ten 3D, John Isaacs, Futura, Doug Foster gibi isimlerin işlerinin yanında yeni UNKLE albümü THE ROAD’a ait video yerleştirmeleri de bulunuyor. Londra’da olanlar mutlaka görsün. The Independent’ın Lavelle ile sergi projeleri üzerine yaptığı röportajı buradan okuyabilirsiniz.

Çeviri kaldırmayan hisler

Geçen haftaki radyo programımı hazırlarken aklımda Jeff Buckley ve tek stüdyo albümü Grace vardı. Albümün açılış parçası Mojo Pin’deki hissi şöyle anlatmış Buckley:

“Sometimes if somebody you feel you need… the whole universe tells you that you have to have her, you start watching her favorite TV shows all night, you start buying her the things she needs, you start drinking her drinks, you start smoking her bad cigarettes, you start picking up her nuances in her voice, you sleep in safe sometimes the most dangerous thing… this is called Mojo Pin.”

Gece yüzücüleri iyi bilir.

Hey kool thing!

Kim Gordon for president

21-22 Ocak hafta sonunda ABD’nin muhtelif şehirlerinde düzenlenen Trump karşıtı kadın yürüyüşlerinden birçok fotoğraf gördüm ama aklımda en çok kalan, Kim Gordon’ın art arda paylaştığı bu karelerdi. Daha mücadele edilecek şey tüm netliğiyle kendini göstermemişken, erken uyarı sistemi olarak çalışan Kool Thing ile tanıştırıldığım “male white corporate oppression” dünyasında benim de adayım Kim Gordon.

Yeni ev arkadaşım Marimo

marimoSahip olduğum iki sukulent ve bir dua çiçeğini sulamayı sürekli unutup bitkileri depresyona sürüklüyorum. Marimolar, yani minik kadifemsi su yosunu topları, benim gibi kaktüsleri bile kurutabilenler için ideal ev arkadaşları. Japonya, İskoçya, Estonya ve İzlanda’daki göllerde yaşayan ve büyüklükleri (özellikle marimolarıyla ünlü Akan Gölü’nde) 30 cm’ye ulaşabilen bu tontişlerin doğada bulundukları bölge çok sınırlı olsa da bakımları kolay. Doğrudan güneş ışığı almayan ama aydınlık bir yerde, iki haftada bir değiştirilen sularının içinde mutlu mesut yaşıyorlar. Işıktan iyi faydalanabilmeleri için ara sıra altlarını çevirmek gerekiyor o kadar.

Japonya’nın ulusal hazine kabul ettiği marimolar, akvaryumlarda da kullanılıyor. Mesela betta balıkları, marimolarla oynamayı seviyormuş. Fotoğraftaki iki marimolu kavanozu Çukurcuma’daki favori mekanım Müz‘den aldım.

Göçüp de konamayanlar

Yolcudur Aylin

Hesabında üç kuruş para birikse hemen ucuz uçak bileti peşine düşenler olarak derdimiz dünyayı görmek mi yoksa bulunduğumuz yerden uzaklaşmak mı? Benim için bazen ikincisi ağır basıyor.

Hayatının büyük bölümünü yolda geçiren insanınki, karşı koyamadığı bir güdü aslında. Durduğu yerde kalamıyor. Specific‘in “Yol” temalı sayısı için Aylin Aslım’la yaptığımız çekimde köksüzlüğü, yolun getirdiği özgürlüğü konuşmuştuk. Aylin şimdi Vietnam’dan Kamboçya’ya geçti. O gün çektiğim bu kare de seyahat yazılarını toplayacağı blogu yolcuduraylin.com‘un ana sayfasında. Yüzünü bilmediği coğrafyalara açılan yollara dönenlere ne mutlu.

360 projesiyle dünyayı gezmekte olan Kerimcan Akduman da bu ara Patagonya’da. I can travel‘daki yazıları ve instagram hesabındaki fotoğraflar seyahat iştahımı kabartıyor.

Sergilerin düşündürdükleri

Melike Kılıç, Arslan Sükan

Bu hafta Çukurcuma’dan Tophane’ye inip yol üstündeki galerileri gezdim. Blok Art Space‘te Botanik Üzerine, C.A.M. Galeri‘de Blind Date, Pg Art Gallery‘de Şeylerin Anatomisi, REM Art Space‘te Hiç Bir Yerden ve İstanbul Modern’de yeni açılan Liman sergisine uğradım.

Melike Kılıç’ın sol üstteki eseri Rüya Mantarları’na bakarken böyle masalsı, dokunsal hisler uyandıran çizgilerin kesinlikle bir kadının elinden çıkmış olduğunu düşündüren şey neydi? Peki Arslan Sükan’ın Moda burnundan kıyameti izliyormuşum duygusu veren fotoğrafı Artificial Blast’ın üzerimdeki etkisi neden bu kadar güçlü oldu? Hangi punctum bana zincir vurdu?

No Comments

Leave a Reply