Bu yazıyı on kere silip tekrar yazdım, cümlelerim hissettiklerimi karşılayamıyor diye. Alice In Chains’i karşımda görmek, Jerry Cantrell’ın sesini dinlemek, o traktör gibi riffleri duymak, yıllardır bildiğim müziğin icra edilişine tanık olmak sarsıcıydı. Hiçbir şeyin beni bu kadar mutlu edemeyeceğini düşündürecek kadar sarsıcı. Them Bones’la başladıklarında kaybettim kendimi. Etrafta ben ve arkadaşlarımdan başka eşlik eden kimse yoktu sanki. Sonra şarkı söyleyen insanların seslerini ayırt etmeye başladım. Müziği paylaştığım bu insanlara karşı sevgiyle doldu içim. William DuVall hiç sırıtmıyordu, artık grubun bir parçası olduğunu kabullendim. Yeni şarkıları eskilerle birlikte dinleyince Black Gives Way To Blue’nun ne kadar iyi bir albüm olduğu daha açık ortaya çıkıyordu. Konserin benim için en güzel anı Live kayıtlarını ilk dinleyişimden beri hastası olduğum Angry Chair – Man In The Box geçişiydi. Elime koluma hakim olamadım, insanların ayaklarına bastım zıplarken, saçım başım dağıldı, ağzım kulaklarımdaydı, orkestra şefi gibi ellerimle yönetiyordum soloları “ben sizi bilirim ulan!” dercesine. Ve Jerry Cantrell giderken “yakında görüşürüz, yine geleceğiz” dediğinde inandım ona.
Sırasız setlist: Them Bones, Dam That River, Rain When I Die, It Ain’t Like That, Rooster, Would?, Angry Chair, Man In The Box, Again, Check My Brain, Acid Bubble, Lesson Learned, We Die Young.
No Comments