Bundan beş gün önceydi. Şimdiki kadar umutsuz hissetmiyordum. Bedenimle, rahmimle ilgili birbirinden zalim bir sürü cümleyle hırpalanıp devlet tarafından her zamankinden yoğun olarak aşağılanmamıştım. Yağmur yağıyordu. Beş liralık şeffaf şemsiyemle yürürken beyaz çoraplarıma çamur sıçramasına aldırmıyordum. Otobüsten Şişli’de inip Taksim’e kadar yürümemin müsebbibi trafik değil, Jack White‘ın sesiydi.
Hayatıma gireli takriben on yıl olan White’ın ilk solo albümü Blunderbuss, gerçek bir yoldaş. İhtiyacın olduğunda “Yapma, şimdi sırası değil” diye seni yerine oturtabilen ya da “Gel biraz hava alalım” diye yola düşüren bir arkadaş. Albümün blues rock’tan rock’n roll’a uzanan karakterini White’ın hırslı ve heyecanlı piyanosu, ABD’nin geniş platolarını doldurmaya yetecek kadar gitar ve elbette duyduğumuz ilk andan beri unutmadığımız sesi belirliyor. Açılış parçası Missing Pieces‘te söylendiği gibi, “Bazen biri seni tamamen kontrolü altına alır”. Kontrolü Blunderbuss’a bırakmak kolay çünkü sahtelikler çağında dürüstlüğüyle ferahlatıyor. İlişkilerin iğrenç bir biçimde sterilize edilip çiçek, çikolata, beyaz eşya ve pırlantaya indirgendiği bu toplu delirme döneminde haz, acı, kavga, kan ve çatışma gibi aşkın gerçek doğasına ilişkin cümleler duymak insanın içini soğutuyor.
Sixteen Saltines ve Freedom at 21‘da tüm heybetiyle ortaya çıkan bir kadın figürü var: Acımasız, başına buyruk, kontrol edilemeyen ve arzulanan. Albümün çoğu bu kadın figürü peşinde heba olan, onun verdiği acıyı severek kabul eden, kimi zaman da ona meydan okuyan bir erkeğin hikayesi. Aşk türlü yollarla, türlü bedenlerle bu adama işkence edip duruyor. Albüm boyunca bir duygu durumundan diğerine savruluyor kahramanımız. Bütünüyle teslimiyetten karşısındakinin kemiklerini kırmaya, acı dilemekten şefkat aramaya aşkın ızdıraplarıyla ilgili kapsamlı bir katalog Blunderbuss. Albümde White’a ait olmayan tek şarkı I’m Shakin’ (1962’de ölen söz yazarı Rudy Toombs’a ait) de son derece isabetli bir cover.
Jack White kesinlikle “sıradan” diye nitelenebilecek biri değil. Tuhaf merakları, garip huyları var. Bu yüzden single’larını helyum balonlarıyla semaya salıp Guinness Dünya Rekorları jürisine çattığında şaşırmıyoruz. Solo albüm için bu kadar beklemesinin nedenini, şarkılarının ilk defa “sadece kendi adını taşıyacak kadar kendine ait olması” olarak açıklıyor. The White Stripes, The Raconteurs ve The Dead Weather‘dan sonra bu acayip adamın iç dünyasına biraz daha girmek heyecan verici. Blunderbuss, Jack White’ın karanlık ve tahmin edilemez bilinç bataklığında sağı solu kurcalamak için iyi bir fırsat.
No Comments