Bu blogun ilk girdilerinden birinde Halil Turhanlı‘nın Einstürzende Neubauten üzerine yazdığı şu cümleleri alıntılamışım: “Einstürzende Neubauten’a göre müziğin gerçek alternatifi gürültüdür. Müzik, tıpkı logos (söz) gibi yerleşiktir. Başıboş dolaşmaz, belirli bir mekanı, sığınağı vardır. Oysa gürültü kaotik ve akışkandır. Belirli bir mekana sığmaz. Müzik evcildir, gürültü ise yurtsuz.” Borusan Müzik Evi‘nde üst üste iki gece izlediğim Alva Noto ve Blixa Bargeld (ANBB), tam da Turhanlı’nın tarif ettiği gibi akışkan ve mekansız bir sesler bütünü yaratıyor. Yaptıkları iş aslında bir tür mühendislik. Alva Noto‘nun (Carsten Nicolai) zemine yayıp bir coğrafya haline getirdiği işitsel malzemenin üzerine, Blixa Bargeld‘in elindeki bilgisayar kumandası ve önündeki pedallarla deforme ettiği vokali ekleniyor. Ortaya müzik, ses ve söz kavramlarının arka sokaklarında dolaşan bir hayalet çıkıyor. İstiklal Caddesi’nde vitrinlere bakanlara sessizce yaklaşıp çığlık atarak insanların ödünü koparan bir amca vardı, onun gibi.
Nick Cave, Blixa Bargeld’in sesini ilk duyduğunda boğulan bir kedinin ya da ölmekte olan bir çocuğun çığlığına benzettiğini söyler. Bargeld’in içinde bir çığlık denizi var ve dışarı akmak için gırtlağına doğru yükselip duruyor. Bargeld’in içinde aynı zamanda Bernsteinzimmer gibi şarkılarda gün ışığına çıkan sakin, huzurlu ve hüzünlü durgun sular var. Kırmızı astarlı siyah takımıyla, insanların kabuslarından sorumlu bir adama benziyor Blixa. Sahnenin köşesine bıraktığı beyaz şarabından şarkı aralarında ufak yudumlar alıyor. Arada bir üst kata göz atıyor, gözleri çok mavi. Aşırı mavi. İstanbul’a ilk gelişinde herkesin Türkiye’nin AB’ye girme çabasıyla ilgili sorular sorduğunu, artık kimsenin bu konudan bahsetmediğini söylüyor. Mimikry‘ye başlamadan önce insanın kendini gizlemekte en başarılı canlı olabileceğinden bahsediyor. Aslında nasıl canavarlar olduğumuzu düşününce, bu tehditkar görünmeyen halimiz gerçekten harika bir mimicry örneği. Konser boyunca bir kedilere, bir prehistorik canlılara yaklaşan sesiyle seyirciyi hem korkutuyor, hem rahatlatıyor. Hepimiz Stockholm Sendromu’nun esiri olmuşuz, kaldırdığı kaşları ve keskin el hareketleriyle Blixa’nın bizi yönetmesine izin veriyoruz. İkinci gece İstanbul’un kedilerinin vesile olduğu Katze‘yi söylerken de uysallıkla miyavlayarak eşlik ediyoruz ona.
Bargeld’i Nick Cave and the Bad Seeds’le sahnede gördüğümde on altıma girmeme birkaç gün vardı. Bütün gün (nedense) sağa sola yürüdüğüm için ayaklarım çok ağrıyordu ve henüz hiç Wim Wenders filmi izlememiştim. Bir Nick Cave and the Bad Seeds konseri için erkendi daha. Kırmızı astarlı siyah takımıyla Blixa’yı bu defa gözümü ayırmadan, kulağıma arkadaşımın kafasına estikçe yaptığı Almanca çevirilerle dinledim. Almanca’yla İngilizce’yi karıştırıyor şarkılarda Bargeld. Kelimeleri tersten okuyor, çift dilli sözcükler icat ediyor. Bir şey söyleyecekmiş gibi mikrofona yaklaşıp, sonra uzaklaşıyor. Oyuncu.
ANBB‘in performansı işitsel, dilsel ve düşünsel haz veriyor. Dinleyiciyi sesin daha tenha alanlarında dolaşmak için de heveslendiriyor. Once Again‘de “Yeniden burada olmak isteyip istemediğimi bilmiyorum” diyor Bargeld. Ben biliyorum.
No Comments