Masalsı Bir Ses Yolculuğu: Masayoshi Fujita

Masayoshi Fujita, 26. Akbank Caz Festivali

Japon asıllı vibrafon sanatçısı Masayoshi Fujita, 26. Akbank Caz Festivali kapsamında, enstrümanıyla yarattığı coğrafyayı bizimle paylaşmak üzere 17 Ekim akşamı Akbank Sanat sahnesindeydi. Tokyo yakınlarındaki Kanagawa bölgesinde, bolca caz dinlenen bir ailede büyüyen, ilk kayıtlarını ise Berlin’e yerleştikten sonra yayımlayan Fujita, 20’li yaşlarının başında tanıştığı ve aradığı özgün sesi bulduğu vibrafonu yardımcı bir enstrüman olmaktan çıkarıp sahne ışıklarının altına taşıyor.

Fujita için bir ses gezgini demek doğru olur. Vibrafonun üç oktavlık ses aralığındaki macerasında ona boncuklar, alüminyum folyo, havlu, yay gibi malzemeler eşlik ediyor. İki solo albümünden parçalar ve henüz kaydedilmemiş eserlerine yer verdiği, sık sık deneysel sulara girdiği konserine vibrafonun tarihinden kısaca bahsederek başlıyor sanatçı. 1927’de geliştirilen vibrafon, onun ellerinde bir masal anlatıcısına dönüşüyor. Fujita, her biri dinleyende güçlü imgeler bırakan parçalarını çalmadan önce, müziğin kendi zihninde yarattığı kısa hikayeleri bizimle paylaşıyor. Doğanın gizemli karakteri ve melankolinin hissedildiği bu hikayelerde hüzün bulutlarından kaçan aşıklar, sakin bir gölün üzerinde havalanan kuğunun kanatlarından dökülen damlalar, bir dağın yamacından yuvarlanan çığ gibi hayli sinematografik ve duygu yoğunluğu yüksek görüntüler ve anlar var.

Bir saati aşkın performans boyunca Fujita’nın müziğinin bizi taşıdığı sisli ormanlarda, onun rehberliğinde ilerliyoruz. Vibrafonun atmosfer yaratan karakterini incelikli kompozisyonlarla sunan Masayoshi Fujita, ruhumuzun derinliklerindeki o kıpırtısız gölü titreştirmeyi başarıyor.

Masayoshi Fujita
Fujita, röportajımız sırasında konserde olduğu gibi içten. En önemli ilham kaynağının çocukluk anıları olduğunu öğrenmek, müziğinin masalsı ve naif karakterini daha anlaşılır kılıyor. Dış dünyadan değil, geçmişin içinde bıraktığı izlerden çıkıp gelen bir müzik onunki. Öz ile bağlantısı güçlü. Belki de bu yüzden dinleyene bu kadar kolay etki ediyor.

Sizi bir ses kaşifi olarak görüyorum ve merak ediyorum, sizde iz bırakan ilk sesi hatırlıyor musunuz?

Bir tanesini seçmek zor tabii. Babam büyük bir caz hayranıdır ve evde hep caz albümleri çalardı. Aklımda şöyle bir an beliriyor: Arabadayım, babam sürüyor ve caz dinliyor. Geceleyin yoldayız, dışarıda yağmur yağıyor, silecekler hareket ediyor ve suyu, silecekleri, camdan içeri giren ışığı izliyorum. Bu imge güçlü bir şekilde aklımda kalmış.

Müzik, görüntülerin zihnimizde daha uzun kalmasını sağlıyor. Kokular gibi.

Evet.

Hayatınızda sizi müzik yapmaya yönelten belirleyici bir an oldu mu?

Benim için doğal gelişen bir süreçti. Babam, söylediğim gibi bir caz hayranıdır. Aynı zamanda saksafon çalıyor; profesyonel değil ama çok çalar. Dolayısıyla çocukluğumdan beri müzikle iç içeydim. Küçükken Amerikan rock’ından çok etkilenmiştim. Aynı yıllarda ağabeyim bir grupta bas çalıyordu, ondan da etkileniyordum. Yani babam saksafon, ağabeyim bas çalıyordu ve ben de doğal olarak davulla oynuyordum. Ses çıkarmak için çalmayı bilmenize gerek yok. Böylece davul çalmaya başladım. Daha sonra bir grupta çaldım. Müzisyen olmayı düşünmeye, istemeye başladım.

Davuldan vibrafona nasıl geçtiniz?

23 yaşıma kadar davul çaldım. Birçok farklı neden bir araya geldi. Kendi müziğimi yapmak istiyordum ve o dönemde daha çok elektronik müziğe ilgi duyuyordum. Sadece davulla bunu yapmak zordu. Ayrıca davulda çok yetenekli olmadığımı da fark ettim. Bir gün bir caz davulcusunun eşyalarını taşımasına yardım ediyordum, bir caz vibrafoncusuyla provası vardı. O gün ilk defa gerçek bir vibrafon gördüm. Vibrafonun sesini biliyordum ve babamın albümlerinden dinlediğim kadarıyla seviyordum da. Hep birlikte çalacak bir vibrafoncu arıyor ama bulamıyordum. Bir gün bu müzisyenle buluştum ve özel ders verdiğini öğrendim. Ondan ders almaya başladım, ilk defa vibrafon çaldım ve çok güzeldi. Her şey bir araya geldi ve vibrafona geçtim, o zamandan beri de çalıyorum.

Aynı zamanda çok keşfedilmemiş bir alan.

Evet. Vibrafon oldukça yeni bir enstrüman. 1920’lerde, sanırım Amerika’da ortaya çıktı. Çok yaygın değil, yeni bir çalgı. Bu yüzden keşfedilecek çok şey var bence.

Tokyo’da yaşadınız…

Tokyo’da da yaşadım. Tokyo yakınlarındaki Kanangawa’danım.

Yaşadığınız yerler müziğinizi nasıl etkiliyor? Berlin’den etkileniyor musunuz?

Tokyo’da ya da doğduğum şehirde yaşarken ambient müzik, çok sessiz bir müzik yapıyordum. Berlin’e taşındıktan sonra ambient müziğe daha az ihtiyaç duyduğumu hissettim. Belki Tokyo’daki hareketli hayat beni strese sokuyordu ve müzikle rahatlamaya, boş zamana, ambient müziğe ihtiyacım oluyordu. Berlin’e taşındıktan sonra daha rahattım ve daha az ambient müzik ihtiyacı duydum. Berlin’de kendi müziğimi yapmaya başladım. Yapmak istediğim müziğin içimden bir yerden geldiğini hissediyorum, çocukluğumdan bir anı ya da bunun gibi şeylerden. Çevremden ya da yaşadığım yerden çok etkilendiğini düşünmüyorum. Tabii hayatın pratik bir getirisi olarak, daha çok zamanınız varsa ve daha az paraya ihtiyacınız varsa müzik yapmakta daha özgür olabilirsiniz. Ama estetik açıdan, müziğimin çevreden pek etkilendiğini düşünmüyorum.

Yani size asıl ilhamı veren çocukluk anılarınız, o zamandan kalma hisler.

Sanırım öyle. Müzik yaparken hatta müzik dinlerken aklımda hep belirli bir imge, atmosfer ya da ruh hali oluyor. Bunun nereden geldiğini merak ediyorum. Anlattığım pencere görüntüsü ya da doğa gibi bende kalan anılardan geldiklerini düşünüyorum. Bu imgeler oldukça güçlü. Bence hepsi geçmişimden geliyor.

Masayoshi Fujita
Müziğiniz çok sinematografik. Aklınızda müzik yapmak istediğiniz bir film var mı?

Bir şey için müzik yapmak tamamen farklı. Müzik yaparken zihnimde hep belirli bir imge oluyor ama bu imge sesten geliyor. Görüntüden gelmiyor. Hep sesten yola çıkarak bir imge ya da atmosfer ediniyorum. Sonra bu imge ya da atmosfere odaklanıp onu kaybetmemeye çalışıyorum. Bazen bunu kelimelere döküyorum. Yani görüntüyü ben seçmiyorum.

Film müziği yapmanın tam tersi.

Evet. Önce ses geldiği için, bir şey için iyi müzik yapıp yapamayacağımdan emin değilim. Birkaç defa farklı projeler için denedim. Belki deneyebilirim.

Müziğinizdeki atmosferi sağlayan nedir? Herkesin zihninde başka görüntüler oluşturmasını sağlayan şey armoni mi?

Sanırım öyle. Ses insanlar için gizemli bir şey. Neden bir akor kulağa hüzünlü gelirken bir diğerinin neşeli geldiğini gerçekten bilmiyorum.

Ben de bunu anlamaya çalışıyorum çünkü çok güçlü bir şey.

Evet, bence bunu armoni yapıyor. Açıklayamıyorum. İçimizdeki, insanın içindeki çok ilkel bir şeyle bağlantılı. Armoni ve ritim… Anlatmak zor.

Apologues’da farklı enstrümanlar kullanmaya nasıl karar verdiniz?

Aslında Apologues’u yapmadan önce, ilk akustik albümüm Stories’i hazırlarken müziğime başka enstrümanları da dahil etmeyi denedim. İki şarkıda çello ve keman kullandım. Bu bir deneme gibiydi. Başlarda sadece vibrafonla beste yapıyordum. Birkaç şarkı sonra, başka enstrümanlarla da çalışma fikri doğal olarak ortaya çıktı. Vibrafon oldukça sınırlı bir enstrüman, sadece üç oktavlık bir aralığı var. Elinizde en fazla dört tokmak tutabiliyorsunuz. Çok daha fazla tuşu olan piyanoya kıyasla… Bazı başka enstrümanların vibrafonun ulaşamadığı tizler ve baslara ulaşmama yardım edebileceğini düşündüm. Daha karmaşık armoniler yapmama… Denemek istedim ve sonuç hoşuma gitti, ben de Apologues’da daha çok denedim.

Sanırım gelecek albümlerde daha da çok duyacağız.

Evet, olabilir. Şu anda yeni şarkılar hazırlıyorum ve Apologues’da yaptığıma benzer düzenlemeler yapıyorum. Aynı zamanda kendimi tekrar etmemeye ve yeni bir şeyler denemeye çalışıyorum. Gelecekteki projeler için başka fikirlerim de var.

Yeni şeyler denemekten bahsetmişken, ortak çalışmalar müziğinize ne katıyor?

Jan Jelinek’le yaptığım gibi, Japon müzisyenler ve başkalarıyla da iş birlikleri yapıyorum. Bence ortak çalışmalar solo işlerinizde denemediğiniz alanları ve yaklaşımları araştırmak için bir fırsat. Bu çalışmalarda yeni şeyler denemek için daha özgür oluyorum. Elektronik ve avant-garde işleri de seviyorum ama her şeyi aynı anda yapamazsınız. Bazen akustik çalışmalarla ilgilenirken, diğer elektronik ve gürültülü işlerle ilgilenemiyorum. Bunları daha sonra ortak çalışmalarla deneyebiliyorum. Böylece yeniden akustik işlere dönmek için motive oluyorum. Benim için hoş bir hareket ve değişiklik oluyor.

Enstrümanınızı özel bir biçimde hazırlıyorsunuz. Bundan biraz bahsedebilir misiniz?

Akustik setimde çoğunlukla boncuk dizileri, küçük plastik toplar, alüminyum folyo, havlu gibi malzemeler kullanıyorum. Vibrafonda daha farklı, daha doğal bir ses elde etmek için çello yayı gibi yaylarla çalıyorum. Önceleri çaldığım deneysel müzik yapan grupta çok farklı ve deneysel yöntemler araştırmıştım. Orada keşfettiğim kulağa hoş gelen fikirleri solo akustik işlerime taşıdım. Farklı malzemeler kullanırken amacım tuhaf bir ses çıkarmak değil, onları daha müzikal bir biçimde kullanmak. Güzel, özgün ve dinleyende imgeler yaratan sesler çıkarmak.

Bu röportaj ilk olarak Akbank Caz Blog‘da yayınlanmıştır.

No Comments

Leave a Reply