Dandadadan @ Salon // 25.03.16

Dandadadan, Salon

Giyinirken elim ailemin, arkadaşlarımın kolayca tanıyabileceği giysilere gidiyor. Hep taktığım yüzükleri takıyorum, yırtıklarından benim olduğu anlaşılabilecek ayakkabılar giyiyorum. Her gün işlek caddelere, meydanlara adım atarken kalbim ağzıma geliyor, kendimi talihime güvenmeye zorluyorum. Güvenebileceğim başka hiçbir şey yok. Güvendiğim her şeyin yok olması an meselesi. Aklıma, kaslarıma sızan bu korku, yanında hayatın her anına dişlerimi geçirme isteği de getiriyor. Eve dönmemek için buz gibi yağmurda bir bira daha, bir konser daha, bir sarılma daha, daha önce hiç dokunmadığım birine bir temas, hiç girmediğim bir sokağın kokusu, hiç sevmediğim bir kedinin yumuşaklığı. Hepsine yetiyorum, hepsine bağırıyorum “Buradayım ulan! Daha ölmedim!”.

Dandadadan, Salon

Dandadadan konserlerinden daha sık görülen kuyruklu yıldızlar var. Şimdilik tek albümleri Sen Bana Birini Android‘in üzerinden on yıl, dünyanın bulunduğumuz yerine dair umutlarımızın gözden hızla uzaklaşmasının üzerinden kim bilir ne kadar zaman geçmişken, bir salon dolusu insanla “Aydınlıklar içindeyim hayatta, pırıl pırıl bir yer burası şu anda” diye bağırırken yalan söylemiyorum. İçimizin pırıltısından başka şey kalmadı, o da ancak müzikle yaşıyor.

Dandadadan’ın ne kadar kalp kırıcı, onarıcı, perişan edici ve umut verici olduğunu unutmuşum. Hatırlamanın sarsıntısı, tam da ihtiyaç duyduğum şeymiş. Şarkılarının on yıl önceden bugüne uzanan gölgesinde sakinleşe hiddetlene kendime geliyorum, üzerimdeki umutsuzluk tozunu silkeliyorum. Sokaklarla tezat oluşturacak şekilde dolu Salon. Buraya ilk defa tepeden tırnağa üstüm aranarak girmenin verdiği tuhaf his, müziğin yarattığı güvenli kozayla birleşiyor. Ne zaman bir duyguyla haddinden fazla, artık kaldıramayacağımı hissettiğim kadar dolsam, müzik beni dengeliyor. Kara Araba, Hayaletler, Zın Zın, Cenaze, Kaltaklar bir bir sahneden aramıza dağılırken sadece sesle doluyor ruhum, başka şeye yer kalmıyor. İçten dışa yağan bir yağmurla temizleniyorum sanki.

Korhan Futacı, Burak Irmak, Feryin Kaya ve Berke Can Özcan çaldıkça kaburgalarımın arasında kırılan şeyler tamir oluyor. Bir tokatla hapsolduğum uyuşukluk halinden çıkıyorum. Bitmesin istediğim iki bisten sonrası soğuk gece, yağmur, ciğerlerim donana kadar derin derin aldığım nefeslerle yeniden doğuş.

Fotoğraflar: Onur Doğman

No Comments

Leave a Reply